Abdülhamid Han’ın Çocuk Sevgisi

Sultan Abdülhamid Han’ın huzurlu bir aile hayatı vardı. Hem padişah hem de örnek bir aile reisiydi. Çocukları çok severdi. Onlarla ilginmeyi, baba şefkatini göstermeyi ihmal etmezdi. Bir evladının yanarak vefatı ve başka bir çocuğunun da hastalığının teşhis edilemeyerek ölümü kendisini çok üzdü. Bunun üzerine “benim çocuğum kurtulamadı, kimbilir fakir fukaranın çocuklarına nasıl bakılıyor. Hiç olmazsa bir hastahane yaptıralım da benim gibi birçok babaların kalbi yanmasın” diyerek “Hamidiye Etfal Hastahanesi”ni bugünkü adıyla “Şişli Çocuk Hastahanesi” ni kurdu. En seçme doktorları orada görevlendirerek Okumaya devam et Abdülhamid Han’ın Çocuk Sevgisi

Sultan Hamid’in Burnu Hamidi Burun Mu Yoksa “sümüklü burun” mudur?

İttihad ve Terakki merkez-i umumîsi azalarından Fatin Gökmen’in aktardığına göre; Sultan Abdülhamid’in hıyanetine ilişkin bir vesika bulmak amacıyla Hâfız İsmail Hakkı Paşa ile birlikte hazine-i hassa’nın tüm evraklarını ve hesaplarını tetkike memur edilirler. Üç aylık tetkikleri sırasında; Bulgar Kralı’ndan gelen bir telgraf bulurlar. Kralın gönderdiği telgraf metni şöyledir:

“Edirne’yi bana verirseniz ben Hareket Ordusu’nu dağıtırım ve saltanatınız tehlikeden masun kalır.”

Sultan Abdülhamid ise telgrafında şu karşılığı verir:

“Ben ne saltanatım ne de hanedanım için Müslüman askerlerinin üzerine bir Hıristiyan ordusunun taarruzunu asla istemem.”

Bunları anlatırken gözleri yaşaran Fatin Gökmen: “Biz bu telgrafı bulunca hayretten donakaldık. Ve o zaman kanaat getirdik ki merhum Sultan Hamid’e isnad olunan kötülüklerin hepsi yalan ve iftiradır…” (İbrahim Arvas, Tarihî Hakikatler, Ankara 1964, s. 10).

Yine bu noktada 31 Mart Hadisesi”nin Sultan Hamid’e hamledilmesi en yanlış hadiselerden ve kanaatlerden birisidir. Özellikle Sultan Hamid bu vakanın tahrikçisi olmak bir yana tam tersine önlemeye çalışanlardan birisidir.

Sultan Hamid’le ilgili bu doğru tespitleri dile getirdikten sonra onun hâl hadisesinin bir başka boyutunu ele alalım:

Sultan Abdülhamid’in otuz üç sene süren saltanatı, 27 Nisan 1909’da “Meclis-i Mebusan”ın aldığı bir kararla sona erer. Sabık padişah kendisine Çırağan Sarayı’nın tahsis edilmesini talep etse de, bu talebi dikkate alınmaz ve Selanik’e sürgüne gönderilir. Yerine kardeşi Mehmed Reşad Efendi geçer.

Aslında Sultan Hamid’in hal edilmesi II. Meşrutiyet’in ilânıyla başlar. İttihad ve Terakki iş başındadır. Meclis-i Mebusan’ın pek çoğu cihan padişahı Sultan Abdülhamid’in siyasetinin farkında değildir. Bir de bu süreç de yapılan seçimlerde pek çok gayri Müslim Meclis’e girer. Nitekim Selanik’ten seçilen mebus dağılımı bunun bariz göstergesidir. Selanik’ten 9 Kasım 1908’de çekilen telgraf metninde şu isimlerin mebus seçildiği bildirilmektedir:

“Selanik sancağı: Altı mebus dağılımı:

– Evienoszâde Rahmi Bey, Müslüman (Dönme)

– Cavid Bey Müslüman (Dönme)

– Emanuel Karasu: Yahudi

– Artas Efendi: Rum

– Chonas Efendi: Rum

– Vlahoff: Bulgar

Sultan Abdülhamid, Meşrutiyet’i ikinci kez ilân etmeyi kabullenmekle yenilgiyi bilinçli olarak kabullenmiş gibidir. Bu kabullenmenin arka planında yatan unsur, Sultan Abdülhamid’in inisiyatif elinde tutmasına karşın iç çatışmalardan ve karmaşadan devleti uzak tutma endişesi ön planda tutmasıdır.

“Selanik’ten gelen Hareket ordusu Yeşilköy’de karargâhını kurar. Sultan Abdülhamid bütün telkinlere ve ısrarlara rağmen İstanbul’da bulunan Hassa Ordusu’nu “Kardeş kanı dökülmesinin önüne geçmek için” Hareket ordusu”na karşı çıkarmayı reddeder. Bu reddiye aynı zamanda Sultan Abdülhamid’in kendi kendini “hal” etmesi anlamına da gelir. Çünkü çok geçmeden Yeşilköy’e gelen Hareket Ordusu komutanlığında Sultan Abdülhamid’in “hal” kararı alınır.

İbnülemin’in Sultan Hamid ile ilgili aktardığı ilginç bir değerlendirmeyle yazımızı noktalayalım:

“Sultan Hamid’in burnunun büyükçe olmasını da büyük bir kusur farz ederek “Hamidî bir burun” diye eğlenen sümüklüler ve “Kârizde olukdur güya sümüklü burnu” tarzında hezeyan eden serhoş şairler, bilmelidirler ki burun büyüklüğünde, küçüklük de, güzellik de, çirkinlik de mahlûkun sun’i yoktur. Hazreti Hâlık, nasıl istemişse öyle yaratmıştır. Merhumun -eğlenilen, alay edilen- burnu ise asaletini isbat eder ki, Osmanlı padişahlarının burunları ekseren o şekildedir.”

Yine bu bağlamda kızı Ayşe Sultan’ın yazdığı eserde babasının burnunu anlatış şekli de İbnülemin’i destekler mahiyettedir:

“Rahmetli babam orta boyluydu. Saçı sakalı koyu kumraldı… Burnu yüksekti: Osmanlı Hanedanı’nın alâmetini taşıyan biçimdeydi…

Fahri Güven

http://www.milligazete.com.tr/makale/sultan-hamidin-burnu-hamidi-burun-mu-yoksa-sumuklu-burun-mudur-146773.htm

Ali Haydar Efendi Hazretleri Anlatıyor

Ali Haydar Efendi hazretleri anlatıyor:
“Sultan Abdülhamid’i din düşmanları bize bile kötü tanıttılar, sonra anladık ki kerametleri olan büyük bir veli imiş. Osmanlı, İslam’a çok büyük hizmetlerde bulundu. Hele Sultan Abdülhamid olmasa ehl-i sünnet eserleri ortadan kalkmaya mahkum olurdu. Onun gayreti, siyaseti ve himmeti sayesinde ileriki nesillere sahih kaynaklar ulaşabildi.
Bir kere beni huzuruna kabul etti. Sultanlar perde arkasından konuşurlardı. Beni kendisine çok yaklaştırdı, birden perdeyi kaldırınca burun buruna geldik. O zaman bana:
-Ali Haydar efendi! Etrafımda senin gibi taviz vermeyen âlimler olsaydı bu Devlet-i Aliyye bu hale gelmezdi.
dedi.
Allahu teala ona yüksek dereceler ihsan eylesin”.

(Kasr-ı Arifan Dergisi – Kasım 2009 – Sh. 6)